Makaleler 2
ÇOCUKLUĞUMUN RAMAZANLARI
Herkes'in bildiği gibi, Ramazan ayı bir önceki yıldan on gün önce gelir. Nedeni ise Hicri yıl (Ay yılı) kullanılmasıdır. Ay dünyamız etrafında ki turunu 29.5 günde tamamlar. Onun için hicri yıl 355 gün civarındadır. Bu da Ramazanların ve Bayramların 10 gün önce gelmesi demektir.
Bunun da bir sebebi hikmeti vardır. "Mevla neylerse güzel eyler." diye boşuna dememişler. Eğer Milâdi takvime göre olsa, her sene yılın ayni gününe denk gelirdi. Mesela, her zaman Ocak ayının 5'i gibi... O zaman da ilahi adaletsizlik olurdu. Kuzey yarıkürede yaşayanlar, yani bizler, her sene yılın en kısa günlerinde oruç tutacağız; Güney yarıkürede yaşayanlar ise tam tersi, her zaman yılın en uzun günlerinde oruçlarını tutmak zorun da kalacaklardı. İşte Ramazanların on gün önce gelmesi, ilahi adaleti sağlamış oluyor. Her yıl on gün önce gelmesinden dolayı, yaklaşık 17-18 yıl sonra bizler yaz aylarında "uzun günler de" oruç tutarken, güney yarıküredekiler kış aylarında (en kısa günler de) oruçlarını tutmuş oluyorlar. Böylece bir yerde yaşayan insanlar, Ramazan'ı her mevsimde yaşamış oluyorlar Ramazan ayını ben, ömrüm de iki defa kış aylarında yaşadım. Bir defa da yaz aylarını yaşadım. Allah nasip ederse, ikinci defa da yaz aylarını yaşayacağım.
Ben daha fazla çocukluğum da yaşadığım ilk kış aylarından söz edeceğim; ilk okul da okurken hayal meyal hatırladığım Ramazanlardan... Çocukluğumda oruç tutmayı çok arzu etmişimdir. Zayıf ve çelimsiz olduğumdan olsa gerek, ailem " büyüdüğün zaman tut" derlerdi. Onun için de akşamdan söylememe rağmen sahura kaldırmazlardı. Sahurda kaşık seslerinden kendim uyandığım zaman da; "Yemeği ye ama tekne orucu tut" derlerdi. " Tekne orucu ne?" diye sorduğumda, " Çocuklar açlığa dayanamazlar, sen öğleye kadar oruç tut" diyerek kandırırlardı.
Bazen teneke sesi ile uyanırdım. Davulcular davul bulamadıkları (satın alamadıkları) için teneke çalarlardı. Genelde iki kişi teneke çalardı. Kavaklar yolunun bir tarafını birisi, diğer tarafını da ikincisi dolaşırdı. Davulcular her haneye tek tek uğrayarak, uyarıncaya kadar maniler söylerdi. Buna "okşama" denirdi. Eğer hane sahibi uyanmak da güçlük çekmişse, ertesi günü davulcuya "Benim kapıyı okşamadın!" derdi. Gelen davulculara bazen dürümler verilerek gönlü alınırdı. Evlerde ve davulcularda saat bulunmadığından, bazen erken gelirler bazen de geç kalırlardı. O zamanlarda köyde bir kaç kişide saat ya var ya da yoktu.
Davulcuların işi oldukça zordu. Gece zifiri karanlık, başı boş dolaşan azgın köpekler, gecenin ayazı ve buna bir de diz boyu çamuru ekleyin, işte o zaman onları daha iyi anlarsınız. Öyle anlar olur ki, çamura bastığınızda ayakkabı çamurda kalarak ayağınız boşa çıkar. Karanlıkta nereye bastığınızı bile görmezsiniz. Bugünkü gibi iyi ayakkabılar da yok. Çoğu "cizlovat marka" lastik ayakkabı. Mest ile giyildiğinden, karanlık da yürürken lastik kısmının çamurda kaldığının farkına bile varmazsınız. Rahmetli İsmail amcam bir gece kahveden eve geldiğinde ayakkabısının tek olduğunu fark eder. Fenerle oğlanları aramaya gönderir. Çocuklar bulup getirir.
Eğer kar varsa veya don tutmuşsa çamurdan kurtulursunuz. Tabi onların da olumsuzlukları var. Kar varsa ayakkabı içerisinde ayakların donar. Don tutmuşsa her taraf takır takır beton gibi. Geceleyin karanlık da her an kayma ve düşme korkusu yaşarsınız. Bu korkuyu atmak için pilli cep feneri ( Elektrik de denirdi.) taşınırdı. Elektriği olmayanlar camlı kandil veya gemici feneri taşırlardı. Böylece kayarak düşme riskini biraz azaltmış olurlardı.
Tahsil için dışarıda olduğum Ramazanlarda, kimlerin davul çaldığını hatırlamıyorum. Unuttuklarım beni bağışlasınlar. Aklım da kalan isimler şunlardır. İlk hatırladığım isimler göçmenlerden "Mübadelede dağıtılan, Bulgaristan' dan gelen soydaşlarımız" Ahmed Aga ile Halid Aga dır. Bu gün Hüseyin Koldemir ve Süleyman Sarıçiçek'in kullandıkları yerler göçmenlerindi.
1-Musa Bayat.
2-Abdullah Kaymaz ( Rahmetli )
3-M.Ali Derici ( Rahmetli )
4-Mustafa İlbasan (Rahmetli )
5-Hüseyin Çavdar
6-Emin Dündar
7-İbrahim Derici
8-Ahmet Kösehan
Kapı okşamalarda söyledikleri manilerden hatırladığım ise iki dörtlüktür.
Besmeleyle çıktım yola,
Selam verdim sağa sola.
İnce Ismillerin Ahmet'in
Hanesidir hanesidir bura.
Davulumun ipi kara,
Kolum ağrıdı vura vura.
A benim ağalarım,
Ramazanınız mübarek ola.
Davulculara yaptıkları işin karşılığı para verilmezdi. Zaten parayı nerden bulasın ki? Harman kalktıktan sonra buğday toplamaya çıkarlardı. Buna "Hak toplama" denirdi. Berberler ve çobanlar da yaz aylarında hak toplamaya çıkarlardı, Bir senelik emeğinin karşılığı olarak.
Hele akşam ezanının okunduğunu eve haber vermek için soğuk da beklediğim günleri unutmak mümkün mü? "Ezan okundu, torba dokundu!" diye bağırarak komşuların da duymasını sağlardık.
Elektrik olmadığından minareye çıkılarak ezan okunurdu. Ezanı duymak için dikkatli dinlemek gerekirdi. Cami yanındaki mescitte toplanan yaşlılar evlerden gelen iftarlıklarla oruçlarını açarlardı. Bazen de bakkaldan alınan lokum ve bisküvilerle yapılan kıstırmalarla açılırdı. Oruçlar açıldıktan sonra minarenin şerefesinde bekleyen çocuk ezanı okurdu. Akşam ezanlarını genellikle çocuklar okurdu. Yaşlıların, ezandan sonra namaza yetişmeleri zor olduğundan olsa gerek...
Akşam yemeklerinden sonra, sobanın üzerindeki güğümde ısınan su ile abdest alınırdı. Zor şartlar altında camiye varılırdı. Camiden sızan lüks lambası ışıkları etrafı daha iyi aydınlatırdı. Lüks lambası aydınlatma amacı için kullanılan eski araçtır. Kandil, gaz lambası ve gemici fenerinden daha çok ışık verir. Gazyağı ile çalışır. Sonraları tüple çalışanları da kullanılmaya başlamıştır. Gömlek adı verilen ince bir fitili bulunur. Önce fitilin bağlı olduğu gövdeden gelen boru kısmı ispirto yakılarak ısıtılır. Boru ve gömlek ısındığında gövdesinde bulunan pompa ile hava basılır. Basılan havanın basıncı ile borudan ısınarak giden gaz yağı buharı gömlek de yanarak ışık verir. O günün son versiyon aydınlatma aracı.
Camide kılınan teravih namazında yaşlılar ön safa, orta yaşlılar orta safa, çocuklar da en arkadaki saf ta namaz kılardı. Çocukların arasında gürültü patırtı olduğu için çocukları ön saflara aralara dağıtırlardı. Namaz bittikten sonra kahvelere dağılan cemaat çay içer, ısınır, sohbet ederdi.
O zamanlar köyde 3-4 kahve vardı. Talaş'ın Kahvesi; sonraları Posta Ramazan çalıştırdı. Kiremitli Kahve, Ümmet'in Kahvesi, İsa Çavuş'un Kahvesi v.s. Ben en çok camiye en yakın olan İsa Çavuş'un Kahvesine giderdim. Orayı da uzun süre, Mustafa Tekin ile Mehmet Eker (Rahmetli ) Birlikte çalıştırdı. Sonraları Mehmet Başkaya çalıştırdı.
Kahvelerde Lüks lambası ile aydınlanırdı. Büyük pilli ve kendisi de büyük olan radyonun net olmayan hırıltılı sesi, müşterilerin sesleri ile birleşerek büyük bir uğultu oluşurdu. Sigara dumanından, insan nefesinden ve aşırı sıcaktan oluşan içerideki hava, ilk anda insanı tedirgin ederdi. Sonraları ise dışarı çıkıncaya kadar alışırdı insan. İçeride rutubetli ve kötü kokan hava ancak dışarıya çıkınca anlaşılırdı. Dışarıdaki temiz havayı soluyan insanın ciğerleri, sanki sevinçten bayram yapıyor gibi gelirdi insana.
Çocukken en zoruma giden, teravihten sonra hayvanları yemlemekti. " Hayvana bakmak" denirdi. Çoğu zaman ben fener tutarım, babam yemlerdi. Sıcak odadan dışarı çıkmak kolay değildir hani. Saman damı büyükbaş hayvanlara yakın, onları dışarı çıkarmadan yemlediğimizden kolaydır. Koyunları önce dışarı çıkarır. Kelterde samanla aralarından geçip içeri girmek zor olurdu. Hepsi kapının önünde, kapının açılmasını sabırsızlıkla bekler. Zor zahmet içeriye girip ahırlarına saman ve yemleri karıştırdıktan sonra kapıyı açarsın. Dışarıya çıkarmakta zorlanan bu hayvanlar, içeriye öyle bir girişleri vardır ki, birbirlerini çiğnercesine hepsi aynı anda girmeye çalışır. Ben bunu, insanların camiye giriş çıkışına benzetiyorum. Yalnız bir farkla... Bu olayın tersini düşünün. Camiye rahat rahat insan gibi giren cemaat, nedense çıkarken aynı davranışı gösterip insan gibi çıkmayı bilmez.
İlk teravih namazına gidebilmem için babamı razı etmem gerekiyordu. Zor zahmet babamı ikna ettiğim bir gün, yemek den sonra abdestlerimizi aldık. Namaza gitmek üzere ayakkabıları giyip camiye doğru yöneldik. Ben bir ara arkaya kalarak, küçük abdest bozmak için duvara karşı dikildim. Babam "Ne yapıyorsun sen?" diye sordu. Ben de "Çiş yapıyorum" dedim. Babam "iyi halt ediyorsun. Abdestin bozuldu, eve dön yarın gidersin" dedi. Ben ilk defa o gün öğrendim abdestin ne şekilde bozulduğunu...
Yaz aylarına gelen ramazanlarda görev yaptığım için genelde rahat geçti. Çok sıcak bir Ramazan gününde, bir iş nedeniyle Muğla / Yatağan'da bulundum. Sıcakta çok dolaşmış olacağım ki ağzım fena halde kurudu. Susuzluğum dayanılmaz hâl aldı. Yine de akşama kadar nasıl dayandığımı hâlâ anlamış değilim. Tek hatırladığım, akşam iftarda 1,5 litre suyu bir nefes de içtiğim... Hızımı alamamış olacağım ki ikinci şişeyi bir arkadaş, "Yeter artık! Yemeği nerene yiyeceksin?" diye elimden aldı. Yaz aylarında insan acıkmaktan daha çok susuzluktan zorlanır. Sıcaklarda tarla, bağ, bahçede çalışanlara Allah kolaylıklar versin.
İkinci kış aylarına gelen Ramazanlar çok rahat geçti. Neden geçmesin ki? Kaloriferli binada, soğuk derdi yaşamadan, rahat bir şekil de ramazanları geçirdim. İleriyi görerek bana bu imkânı sağlayan rahmetli babamdan Allah razı olsun, nur için de yatsın. Onun içindir ki bizden iki nesil önce yaşamış dedelerimizin ne zorluklarla Ramazanları geçirdiklerini hep düşünerek şükretmeyi asla unutmadım.
06-01-2010
İlhan Kösehan
Bunun da bir sebebi hikmeti vardır. "Mevla neylerse güzel eyler." diye boşuna dememişler. Eğer Milâdi takvime göre olsa, her sene yılın ayni gününe denk gelirdi. Mesela, her zaman Ocak ayının 5'i gibi... O zaman da ilahi adaletsizlik olurdu. Kuzey yarıkürede yaşayanlar, yani bizler, her sene yılın en kısa günlerinde oruç tutacağız; Güney yarıkürede yaşayanlar ise tam tersi, her zaman yılın en uzun günlerinde oruçlarını tutmak zorun da kalacaklardı. İşte Ramazanların on gün önce gelmesi, ilahi adaleti sağlamış oluyor. Her yıl on gün önce gelmesinden dolayı, yaklaşık 17-18 yıl sonra bizler yaz aylarında "uzun günler de" oruç tutarken, güney yarıküredekiler kış aylarında (en kısa günler de) oruçlarını tutmuş oluyorlar. Böylece bir yerde yaşayan insanlar, Ramazan'ı her mevsimde yaşamış oluyorlar Ramazan ayını ben, ömrüm de iki defa kış aylarında yaşadım. Bir defa da yaz aylarını yaşadım. Allah nasip ederse, ikinci defa da yaz aylarını yaşayacağım.
Ben daha fazla çocukluğum da yaşadığım ilk kış aylarından söz edeceğim; ilk okul da okurken hayal meyal hatırladığım Ramazanlardan... Çocukluğumda oruç tutmayı çok arzu etmişimdir. Zayıf ve çelimsiz olduğumdan olsa gerek, ailem " büyüdüğün zaman tut" derlerdi. Onun için de akşamdan söylememe rağmen sahura kaldırmazlardı. Sahurda kaşık seslerinden kendim uyandığım zaman da; "Yemeği ye ama tekne orucu tut" derlerdi. " Tekne orucu ne?" diye sorduğumda, " Çocuklar açlığa dayanamazlar, sen öğleye kadar oruç tut" diyerek kandırırlardı.
Bazen teneke sesi ile uyanırdım. Davulcular davul bulamadıkları (satın alamadıkları) için teneke çalarlardı. Genelde iki kişi teneke çalardı. Kavaklar yolunun bir tarafını birisi, diğer tarafını da ikincisi dolaşırdı. Davulcular her haneye tek tek uğrayarak, uyarıncaya kadar maniler söylerdi. Buna "okşama" denirdi. Eğer hane sahibi uyanmak da güçlük çekmişse, ertesi günü davulcuya "Benim kapıyı okşamadın!" derdi. Gelen davulculara bazen dürümler verilerek gönlü alınırdı. Evlerde ve davulcularda saat bulunmadığından, bazen erken gelirler bazen de geç kalırlardı. O zamanlarda köyde bir kaç kişide saat ya var ya da yoktu.
Davulcuların işi oldukça zordu. Gece zifiri karanlık, başı boş dolaşan azgın köpekler, gecenin ayazı ve buna bir de diz boyu çamuru ekleyin, işte o zaman onları daha iyi anlarsınız. Öyle anlar olur ki, çamura bastığınızda ayakkabı çamurda kalarak ayağınız boşa çıkar. Karanlıkta nereye bastığınızı bile görmezsiniz. Bugünkü gibi iyi ayakkabılar da yok. Çoğu "cizlovat marka" lastik ayakkabı. Mest ile giyildiğinden, karanlık da yürürken lastik kısmının çamurda kaldığının farkına bile varmazsınız. Rahmetli İsmail amcam bir gece kahveden eve geldiğinde ayakkabısının tek olduğunu fark eder. Fenerle oğlanları aramaya gönderir. Çocuklar bulup getirir.
Eğer kar varsa veya don tutmuşsa çamurdan kurtulursunuz. Tabi onların da olumsuzlukları var. Kar varsa ayakkabı içerisinde ayakların donar. Don tutmuşsa her taraf takır takır beton gibi. Geceleyin karanlık da her an kayma ve düşme korkusu yaşarsınız. Bu korkuyu atmak için pilli cep feneri ( Elektrik de denirdi.) taşınırdı. Elektriği olmayanlar camlı kandil veya gemici feneri taşırlardı. Böylece kayarak düşme riskini biraz azaltmış olurlardı.
Tahsil için dışarıda olduğum Ramazanlarda, kimlerin davul çaldığını hatırlamıyorum. Unuttuklarım beni bağışlasınlar. Aklım da kalan isimler şunlardır. İlk hatırladığım isimler göçmenlerden "Mübadelede dağıtılan, Bulgaristan' dan gelen soydaşlarımız" Ahmed Aga ile Halid Aga dır. Bu gün Hüseyin Koldemir ve Süleyman Sarıçiçek'in kullandıkları yerler göçmenlerindi.
1-Musa Bayat.
2-Abdullah Kaymaz ( Rahmetli )
3-M.Ali Derici ( Rahmetli )
4-Mustafa İlbasan (Rahmetli )
5-Hüseyin Çavdar
6-Emin Dündar
7-İbrahim Derici
8-Ahmet Kösehan
Kapı okşamalarda söyledikleri manilerden hatırladığım ise iki dörtlüktür.
Besmeleyle çıktım yola,
Selam verdim sağa sola.
İnce Ismillerin Ahmet'in
Hanesidir hanesidir bura.
Davulumun ipi kara,
Kolum ağrıdı vura vura.
A benim ağalarım,
Ramazanınız mübarek ola.
Davulculara yaptıkları işin karşılığı para verilmezdi. Zaten parayı nerden bulasın ki? Harman kalktıktan sonra buğday toplamaya çıkarlardı. Buna "Hak toplama" denirdi. Berberler ve çobanlar da yaz aylarında hak toplamaya çıkarlardı, Bir senelik emeğinin karşılığı olarak.
Hele akşam ezanının okunduğunu eve haber vermek için soğuk da beklediğim günleri unutmak mümkün mü? "Ezan okundu, torba dokundu!" diye bağırarak komşuların da duymasını sağlardık.
Elektrik olmadığından minareye çıkılarak ezan okunurdu. Ezanı duymak için dikkatli dinlemek gerekirdi. Cami yanındaki mescitte toplanan yaşlılar evlerden gelen iftarlıklarla oruçlarını açarlardı. Bazen de bakkaldan alınan lokum ve bisküvilerle yapılan kıstırmalarla açılırdı. Oruçlar açıldıktan sonra minarenin şerefesinde bekleyen çocuk ezanı okurdu. Akşam ezanlarını genellikle çocuklar okurdu. Yaşlıların, ezandan sonra namaza yetişmeleri zor olduğundan olsa gerek...
Akşam yemeklerinden sonra, sobanın üzerindeki güğümde ısınan su ile abdest alınırdı. Zor şartlar altında camiye varılırdı. Camiden sızan lüks lambası ışıkları etrafı daha iyi aydınlatırdı. Lüks lambası aydınlatma amacı için kullanılan eski araçtır. Kandil, gaz lambası ve gemici fenerinden daha çok ışık verir. Gazyağı ile çalışır. Sonraları tüple çalışanları da kullanılmaya başlamıştır. Gömlek adı verilen ince bir fitili bulunur. Önce fitilin bağlı olduğu gövdeden gelen boru kısmı ispirto yakılarak ısıtılır. Boru ve gömlek ısındığında gövdesinde bulunan pompa ile hava basılır. Basılan havanın basıncı ile borudan ısınarak giden gaz yağı buharı gömlek de yanarak ışık verir. O günün son versiyon aydınlatma aracı.
Camide kılınan teravih namazında yaşlılar ön safa, orta yaşlılar orta safa, çocuklar da en arkadaki saf ta namaz kılardı. Çocukların arasında gürültü patırtı olduğu için çocukları ön saflara aralara dağıtırlardı. Namaz bittikten sonra kahvelere dağılan cemaat çay içer, ısınır, sohbet ederdi.
O zamanlar köyde 3-4 kahve vardı. Talaş'ın Kahvesi; sonraları Posta Ramazan çalıştırdı. Kiremitli Kahve, Ümmet'in Kahvesi, İsa Çavuş'un Kahvesi v.s. Ben en çok camiye en yakın olan İsa Çavuş'un Kahvesine giderdim. Orayı da uzun süre, Mustafa Tekin ile Mehmet Eker (Rahmetli ) Birlikte çalıştırdı. Sonraları Mehmet Başkaya çalıştırdı.
Kahvelerde Lüks lambası ile aydınlanırdı. Büyük pilli ve kendisi de büyük olan radyonun net olmayan hırıltılı sesi, müşterilerin sesleri ile birleşerek büyük bir uğultu oluşurdu. Sigara dumanından, insan nefesinden ve aşırı sıcaktan oluşan içerideki hava, ilk anda insanı tedirgin ederdi. Sonraları ise dışarı çıkıncaya kadar alışırdı insan. İçeride rutubetli ve kötü kokan hava ancak dışarıya çıkınca anlaşılırdı. Dışarıdaki temiz havayı soluyan insanın ciğerleri, sanki sevinçten bayram yapıyor gibi gelirdi insana.
Çocukken en zoruma giden, teravihten sonra hayvanları yemlemekti. " Hayvana bakmak" denirdi. Çoğu zaman ben fener tutarım, babam yemlerdi. Sıcak odadan dışarı çıkmak kolay değildir hani. Saman damı büyükbaş hayvanlara yakın, onları dışarı çıkarmadan yemlediğimizden kolaydır. Koyunları önce dışarı çıkarır. Kelterde samanla aralarından geçip içeri girmek zor olurdu. Hepsi kapının önünde, kapının açılmasını sabırsızlıkla bekler. Zor zahmet içeriye girip ahırlarına saman ve yemleri karıştırdıktan sonra kapıyı açarsın. Dışarıya çıkarmakta zorlanan bu hayvanlar, içeriye öyle bir girişleri vardır ki, birbirlerini çiğnercesine hepsi aynı anda girmeye çalışır. Ben bunu, insanların camiye giriş çıkışına benzetiyorum. Yalnız bir farkla... Bu olayın tersini düşünün. Camiye rahat rahat insan gibi giren cemaat, nedense çıkarken aynı davranışı gösterip insan gibi çıkmayı bilmez.
İlk teravih namazına gidebilmem için babamı razı etmem gerekiyordu. Zor zahmet babamı ikna ettiğim bir gün, yemek den sonra abdestlerimizi aldık. Namaza gitmek üzere ayakkabıları giyip camiye doğru yöneldik. Ben bir ara arkaya kalarak, küçük abdest bozmak için duvara karşı dikildim. Babam "Ne yapıyorsun sen?" diye sordu. Ben de "Çiş yapıyorum" dedim. Babam "iyi halt ediyorsun. Abdestin bozuldu, eve dön yarın gidersin" dedi. Ben ilk defa o gün öğrendim abdestin ne şekilde bozulduğunu...
Yaz aylarına gelen ramazanlarda görev yaptığım için genelde rahat geçti. Çok sıcak bir Ramazan gününde, bir iş nedeniyle Muğla / Yatağan'da bulundum. Sıcakta çok dolaşmış olacağım ki ağzım fena halde kurudu. Susuzluğum dayanılmaz hâl aldı. Yine de akşama kadar nasıl dayandığımı hâlâ anlamış değilim. Tek hatırladığım, akşam iftarda 1,5 litre suyu bir nefes de içtiğim... Hızımı alamamış olacağım ki ikinci şişeyi bir arkadaş, "Yeter artık! Yemeği nerene yiyeceksin?" diye elimden aldı. Yaz aylarında insan acıkmaktan daha çok susuzluktan zorlanır. Sıcaklarda tarla, bağ, bahçede çalışanlara Allah kolaylıklar versin.
İkinci kış aylarına gelen Ramazanlar çok rahat geçti. Neden geçmesin ki? Kaloriferli binada, soğuk derdi yaşamadan, rahat bir şekil de ramazanları geçirdim. İleriyi görerek bana bu imkânı sağlayan rahmetli babamdan Allah razı olsun, nur için de yatsın. Onun içindir ki bizden iki nesil önce yaşamış dedelerimizin ne zorluklarla Ramazanları geçirdiklerini hep düşünerek şükretmeyi asla unutmadım.
06-01-2010
İlhan Kösehan